18.04.2012 - Levent
Penguen dergisi çizerlerinden “Erdil Yaşaroğlu” ile Kanyon AVM’de görüştük. Kendisini sadece bir karikatürist olarak sınırlandırmak yeterli değil, aynı zamanda bir yazar, bir heykeltıraş ve belki de en önemlisi sosyo-kültürel konulara duyarlı biri.
İsterseniz başlayalım.
Kaydediyor değil mi?
Evet evet şu an kayıttayız.
Ben normalde bu volümde konuşurum. Kaydediyorsa sorun yok. Kaydetmiyorsa, ben böyle mal gibi kendi kendime konuşur dururum.
Sesi en yüksek frekansa ayarladım. Kaydediyor şu an. Alır alır biz cihazımızdan eminiz.
Çok Türk işi oldu bu. Sonra acı çekmeyin diye söylüyorum. Siz sorularınızı biliyorsunuz herhalde.
Biraz spontane gelişsin istedik. İsterseniz çok klasik bir soruyla başlayalım. Karikatüre nasıl başladınız?
Ben çocukken anaokulundan beri resim çiziyorum ama karikatür nedir bilmiyordum. Sonra İzmir’e gittim. Kuzenim Varol var. Şimdi “Kocakafalar”ı yapan, “Baba Haber Bülteni”ni yapan. Varol Yaşaroğlu. Ona gittim. Varol karikatür çiziyor. Çok yetenekli. Ben dokuz yaşındayım, o on üç yaşında falan. Bir baktım bu Yeni Asır’da profesyonel çizmeye başlamış. Bütün aile bunu çok seviyor. “Bizim oğlan çok yetenekli” falan. Ben bunu kıskandım. “Napıyosun len sen?” dedim. Baktım benim çizdiğim gibi şeyler çiziyor ama komik. Böyle bakınca gülüyorsun. “Ne bu” dedim “ya ne kadar komik” falan. “Karikatür oğlum” dedi. Beni de sevsinler diye arakladım onun bir karikatürünü. Herkes uyuyunca, gece sabaha kadar aynısını taklit ettim. İlk karikatürüm odur. Öyle başladım. Varol “napcaz bunu?” dedim. O da “yarışmalar var, dergiler var” derken öyle öyle başladı karikatür.
Kıskançlıkla yani.
Kıskançlıkla hehe...
Buralara geleceğinizi hayal ediyor muydunuz?
Böyle bir şeyi hayal etmenin imkanı yok. Sadece şu var, çok seviyorsun. Başlangıçta bir şey hayal etmiyorsun ki. Sadece çizmek istiyorsun. Hala öyle. Çok sevdiğin için, sürekli çizdiğin için, sürekli espri bulduğun için ister istemez gelişiyor.
En önemli faktör galiba sevdiğiniz işi yapmanız?
Tabiî ki sevdiğin işi yaptığın için çok çalışıyorsun. Çok çalışınca da zaten bir şekilde ilerliyorsun.
Biz bundan önce yaptığımız söyleşilerde hep şunu gördük. Yaptığı işlerde çok iyi noktalara gelmiş insanlar, aslında hobileri olabilecek konuları meslekleri olarak seçmişler.
Bu çok normal.
Karikatürü nasıl çiziyorsunuz? Espriler nasıl doğuyor? Espiriler kendiliğinden mi ortaya çıkıyor? Yoksa bir tema belirleyip o tema üzerinde araştırma mı yapıyorsunuz?
Bir ilham gelmesini bekleyemezsin. Çünkü dergiye haftada on beş tane karikatür çizmeniz gerekiyor. Öyle olduğu zaman da şöyle bir derdin oluyor. On beş tane karikatür çizmek için en az otuz tane espri bulman gerekiyor. Kötüleri ayıkla geriye iyi 15 tane espri kalsın. Haftada otuz tane espri bulmak demek, ilham perisi gelsin de aklıma geldikçe not alayım dersen ayda iki tane ancak bulursun. Öyle bir imkan yok. Oturup çalışman gerekir. Ben haftada üç gün, dört gün falan espri bulmak için çalışıyorum. Adım adım gidersek bu süreç şöyle başlıyor; önce konunu bulursun. Konuyu bulduktan sonra bunun üzerinden 360 derece zaman, mekan, boyut her şeyi katarak düşünmeye başlarsın. Mesela bir tane penguen hayal edersin, penguen esprisi bulayım diye. Pengueni önce kutuplara koyarsın. Sonra alır çöle koyarsın. Sonra astronot yaparsın, bir şekilde komik bir unsur bulmaya başlarsın. Çöle koyup bedevi kıyafeti giydirdiğin zaman komikleşmeye başlar, ama hala bir karikatür esprisi değildir. Onun üzerinden ne olabilir derken orda kutup ayısı da gelsin, şanssız bedeviyi de görelim derken, düşüne düşüne bir şekilde espri ortaya çıkıyor zaten. Ama hakikaten on beş dakikada da bir espri çıkabilir. Beş saat düşünüp hiçbir şey bulamayabilirsin de. Öyle bir süreci var.
Güncel, dikkat çekici espriler yapabilmek için gündemi ve dünyayı da çok iyi takip etmeyi gerektiriyor herhalde.
Gerektiriyor tabii. Evet, genel kültür bilgisi, hayat bilgisi falan bir şekilde gerekiyor sana. Birde işin başka bir boyutu var. Politik karikatürler... Üçüncü sayfa karikatürleri, penguenin kapakları falan gibi. Ben çocukluğumdan beri haber bültenlerini, tartışma programlarını, köşe yazılarını takip ediyorum, seviyorum yani. Farkında olmayı seviyorum. Ülkenin dertleri ile ilgili olduğum için, zaten takip ediyorum gündemi. Öyle olunca zaten sıkılıyorsun. “Ulan bu niye böyle, şu niye böyle değil diye”, sonra “Şunu niye böyle yaptılar?” deyince bir şey söyleme ihtiyacı hissediyorsun. Onu da zaten politik karikatür olarak patlatıyorsun bir yerinden işte.
Anladığımız kadarıyla bir derdiniz var ve derdinizi ifade etme yolu olarak karikatürü kullanıyorsunuz.
Derdi olmayan adam sanatçı olamıyor. Öyle bir şey var. Ama bu derdin illa politik olması gerekmiyor. Kız arkadaşınla da derdin olabilir... Birçok mizahçıya da komedyene de kızarlar. Hiç suya sabuna dokunmuyor diye. O da doğru bir şey değil. Çünkü politik mizah, mizahın sadece bir türüdür. Herkesin de yapması gerekmez. Tercih edenler yapar bunu. Bu şeye benziyor biraz, “Tarkan çok güzel pop söylüyor, türküde söylesin lan! “ diye kızmaya benziyor. Canım o pop söylesin, bir başkası da türkü söylesin. Herkes istediği yapsın. Ben mesela hem politik karikatür yapmayı seviyorum, hem komik karikatür yapmayı seviyorum. Sadece komik de yapabilirim. Kimsenin bir şey demeye hakkı yok. Haksızlık olur yani.
Politik karikatür demişken kendinizi politik olarak konumlandırdığınız bir yer var mı? İdeolojik manada olabilir, dünya görüşü olarak da olabilir.
Her zaman muhalefetteyim, mizahın doğası da budur. Kim olursa olsun sonuçta mizah iktidara karşıdır her zaman. Alkışlayan mizah olmaz. “Sayın başbakanımız ne güzel zam yapmış helal olsun, heyy!” diye karikatür çizemezsin ki. Ama şu da anlaşılmasın her zaman AKP’ye karşı değil. AKP 10 senedir iktidar olduğu için AKP karşıtı gibi duruyor Penguen dergisi. Oysa, Penguen sadece muhalefettedir. AKP’nin karşı olduğumuz bir çok görüşü var, bu ayrı bir şey ama CHP iktidar olsun CHP’yi de eleştireceğiz. Kapakların yüzde sekseni CHP olacak bu sefer, çünkü hayatımız onlar çekip çevirmeye başlayacaklar. Genelkurmaya da muhalefetiz, çünkü o da bir iktidar. Okul müdürüne de karşıyız. Öyle başladı zaten. Lisede ben okul dergisinde müdürle dalga geçerek başladım ilk çizgilerime.
Peki, bu sorunlara bir çözüm üretiyor musunuz?
Sorunların çözümü bizde değil. Biz olaya çözüm noktasında yaklaşmıyoruz. Ben sadece rahatsız olduğum yeri sıkıldığım yeri gösterebilirim. Örneğin, farkındalığı arttırmak için elektrik zammı ile ilgili, benzin zammı ile ilgili, karikatürler çizerim. “Noluya lan, ne biçim zamlar geliyor” diye karikatürler çizerim. Ben “doğalgazın yüzde bilme kaçını Rusya’dan, yok efendim şu kadarını İran’dan al” diyemem. Buna çözüm üretecek adam ben değilim. Derdi gösterebilirim en fazla. Bende vatandaşım nihayetinde. O kadar da her şeye hakim durumda biri değiliz ki. Bunu kimse yapamaz, köşe yazarı da yapamaz, başka sanatçılar da yapamaz. Ancak o çözümü bulacak kişi yine politikacıdır, bürokrattır, ülkeyi yönetenlerdir. Biz sadece derdimizi seslendirebiliyoruz.
Birde tekniğinizi çok merak ediyoruz. Karikatürleri elle mi çiziyorsunuz, yoksa bilgisayarla mı?
Son oniki senedir kağıt kalem kullanmıyorum, bilgisayarla çiziyorum.
Bu sizin çizimlerinizi etkilemiyor mu, kabiliyetinizi köreltmiyor mu?
Bilgisayarın şöyle bir avantajı oluyor, işini biraz daha hızlandırıyor. Çünkü hata yaptığında “geri al” diye bir şey var bilgisayarda. Biz eskiden hata yaptığımızda ya silerdik, ya da komple başka bir kağıda yeniden çizerdik. Onlardan kurtulduk, şimdi kesip, hop oraya yapıştırıyorsun falan filan. Bu seni hızlandırıyor. Ama daha iyi çizmeni sağlamıyor tabii ki. Kötü tarafı da şu. Hiç orjinalin yok artık. Her şey bilgisayarda. Kağıt üzerinde orjinali olmuyor.
Hepimizin gençliğini yiyen Leman’ dan, Penguene geçiş nasıl oldu?
Leman, o dönemin amiral gemisi. Çok iyi giden bir dergi, ama bir şekilde içerde rahatsızlıklar var. Mesela bu şey gibi görünmesin. Hiçbir zaman parayla ilgili bir mesele değildi. Ama kendi adıma söylüyorum birçok kapağını beğenmiyordum. Komik olmaktan çok daha fazla didaktik buluyordum. Komik olmaktan çok uzaklaşmıştı. İnanmadığım bazı karikatürler yayınlanıyordu. İçerik olarak, ben çok çaba sarf ediyordum. Benim kadar çaba sarf etmeyen insanlar vardı. Bunlar bir süre sonra insanı rahatsız etmeye başlar ya hani, “O niye böyle, bu niye öyle falan” diye. Yine karikatürcü sorgulaması. “Keşke şurayı şöyle yapsak, bu dergiyi niye böyle yapmıyoruz?” soruları çoğalmaya başlayınca şunu fark ettim. Koca dergi, iyi de gidiyor. Durup dururken bir yerlerini ben değiştiremem ki, öyle bir gücüm yok. Editoryal tarafında değilim işin. Olmayacağını fark ettim, o arada Metin ve Selçuk’la sohbet ederken onlarda da aynı dert olduğunu gördüm. Biz gittik Çağçağ ve Tuncay abiyle toplantı yaptık. “Biz ayrılıp kendi dergimizi kurmak istiyoruz” diye. Bu sebeplerden dolayı, helalleştik ve ayrıldık. Baya sarıldık “ilerde inşallah tekrar birlikte çalışırız” diye gayet güzel ayrıldık.
Selçuk Erdem, Metin Üstündağ ve siz kurdunuz, Penguen’i diyebilir miyiz?
Bahadır Baruter’de dışarıdaydı. O bizden bir buçuk yıl önce Leman’dan ayrılmıştı. O da katıldı dördümüz Pengueni kuralım dedik. Başladık. Aslında büyük bir risk, Transatlantik ten ayrılıp filika ile “dur bakalım nereye gidiyoruz?” demek gibi bir şey. Aradan sekiz sene geçti çok çalıştık, arayı kapattık.
Neden “Penguen” ismini seçtiniz. Gerçi çizimlerinizde pengueni de sıkça kullanıyorsunuz?
O penguen Selçuk Erdem’in köşesindeydi. Bu olsun dedik. Biraz bizim gibiydi o. Çünkü penguen değildi oradaki sadece, uçmak isteyen bir penguendi. Kendine Leonardo kanatları yapmış falan.
Göndermeleri de çok iyi.
Uğraşıyor o, çaba sarf eden bir penguen. Bir de yersiz vatansız bir hayvandır, penguen. Hani Kutuplar sahipsizdir ya. Gerçi şimdilerde birileri sahiplenmeye başladı galiba.
Rusya bayrak dikmişti en son.
Evet, diğer devletler de sulanmaya başladı. Neyse, Penguen’in o’su hoşumuza gitti. Orada tek başına. Bir yere ait değil. Çünkü karikatürcü öyle birilerine ait olmayı, bir gruba dahil olmayı, bir dernekte olmayı sevmez. Çünkü gerektiği zaman onlara da dönebilmeyi istersin. Onlarla da uğraşmayı istersin.
Dernek demişken, karikatürün bir okulu yok bildiğimiz kadarıyla. Tamamen usta-çırak ilişkisi içerisinde yürüyor bu iş.
Dergilerde var aslında, gizli okullar var.
Nasıl oluşuyor bu süreç? Karikatür çizmek isteyen biri, kendini o alanda yetenekli gören biri nasıl bir yol izliyor? Ya da izlemesi gerekir?
Oğuz abiden beri gelen bir gelenek var. Dergilerin amatör günleri vardır. Kırk senedir neredeyse var. Amatör günlerini yılmadan takip eden, çok çalışan kazanıyor. Biz Selçuk’la başladığımızda üç yüz-dört yüz amatör vardı. O dönemden geriye kalan bir Selçuk, bir ben varım. Mesela bizim amatör günlerimiz pazartesi günleri. Şimdi Selçuk bakıyor. Her hafta bir sürü genç çizer gelir, şehir dışındaysa gönderir. İnternet üzerinden veya posta ile gönderirler. Hepsine bakarız, değerlendiririz. Hızlı gelişmesi adına birebir konuşuruz. Esprileri bulurken neye dikkat etmeli, ne yapılması lazım falan. Birebir konuşup elimizden geldiğince geliştirmeye çalışırız. Biz de böyle yetiştik. Bizi de böyle yetiştirdiler. Biz de böyle yetiştiriyoruz, çünkü bir yandan da bizim için çok önemli bu amatörler. Yani çok zor yetişiyor, karikatürist. Sene de bir tane çıksa çok büyük olay. Genelde üç senede bir tane ancak bulabiliyorsun. Ama buldun mu da çok değerli. Böyle nadir bir cevher gibi bizim gözümüzde.
Bir ara karikatür okulumu açılmıştı? Biz mi yanlış hatırlıyoruz?
Bir iki karikatür okulu açıldı. Ama ne yaptılar bilmiyorum açık söylemek gerekirse.
Çok ses getiren kapaklar yapıyorsunuz. Penguen’in kapakları nasıl belirleniyor?
Bütün dergi çalışır. O nedir biliyor musun? Herkes kendi rahatsız olduğu şeyleri çizer eskiz halinde. Haftada bir editoryal bir toplantımız vardır. Bütün dergi ordadır. Hep birlikte masaya otururuz. Ve kahvaltılı, tatlılı matlılı eğlenceli bir toplantı yaparız. Herkes karikatürlerini, rahatsız olduğu konulara dair eskizleri masaya koyar. Onların arasından bakarız. Hakikaten kapak olabilecek bir şey varsa onu çekeriz. En iyi çizebilecek, yani o çizgiye göre şekerli bir çizgi lazım, daha ciddi lazım, komik lazım falan, kim çizsin diye karar veririz o çizer. Espri yoksa, oturup hep beraber önce konuyu belirleriz tartışırız aramızda. Penguenin kapağı hangi konuda olsun diye. Onu seçtikten sonra herkes oturup düşünmeye başlar. Saçmalarız, sohbet ederiz. Birbirimize atarız ederiz. Abuk sabuk fikirler çıkar. Ama önünde sonunda bir şekilde bulunur o kapak.
Kapaklarda çok beğendiğiniz, “gerçekten cuk oturdu!” dediğiniz bir kapak var mı?
Aslında Penguenin bayağı var. Hani genelde “en sevdiğin karikatür” demek gibi bir şeydir ama. “Tayyipler Alemi” var mesela çok konuşuldu, dava açıldığı falan filan. Mesela bu haftanın kapağını çok beğendim Selçuk’un bir esprisiydi ben çizdim. Hakkaten güldüm yani. Hani bu devlet tiyatrolarının kurul tarafından yönetilmesi ile ilgili. Onunla ilgili bir espriydi. Komik yani güldüm haahaaaaa diye.
Kendi karikatürünüze güler misiniz?
Bazen espriyi çok hızlı bulursun. Öyle şaşırtır ki bir anda okumuş gibi olursun. Komikse biraz gülüyorsun ama biraz salak yerine düşüyorsun. Kendi esprisine gülen adam diye. Ama Allah’tan kimse fark etmiyor. Neye güldüğünüzü anlamadıkları için. Söylemem ben de gülüp gülmediğimi.
Türkiye’den ve dünyadan takip ettiğiniz karikatüristler var mı?
Türkiye’den bütün çizerleri takip ederim. Alırım gazeteleri,dergileri. Sonuçta ben yaklaşık 25 senedir profesyonel karikatür çiziyorum. Amatörle beraber otuz yıl bitti. Dokuz yaşında başladım. Kırk yaşındayım şimdi, demek 31 sene olmuş. Ama yaklaşık otuz beş senedir karikatür okuyucusuyum. Okumayı öğrendiğimden bu yana karikatür okumayı sürdürüyorum.
Penguenin genel gidişatından memnun musunuz?
Hiçbir zaman memnun olmazsın ki. Kendi çizginden de memnun olmazsın. Tirajından da memnun olmazsın. Yazın yetmiş bine çıkar tirajımız. Şimdi 55-60 bin civarında.
Yeterli mi peki bu tiraj?
20 milyonluk bir gençliğe sahip bir ülkede yeterli değil tabii ki. Mizah dergileri diğer dergiler gibi değildir. Kendi yağı ile kavrulan hiçbir şekilde reklam almayan içinde 20-25 kişilik bir yazar-çizer kadrosunun yanında bir o kadar da teknik ve idari kadronun olduğu bir dergiden bahsediyoruz. Birde mümkün olduğunca ucuz tutmaya çalışıyoruz. Kar marjlarımız çok düşük. Zarar etme noktasında, kırılma noktalarımızda çok yüksek. Bu yüzden bizim çok satmamız gerekiyor zaten. Ama yine de biz ciltlemiyoruz dergileri, zımbalamıyoruz. Çünkü o dağılır ya böyle okulda, bir dergiyi birçok kişi okur. Rahat rahat okuyabilsinler diye zımba koymayız dergiye. Hepimiz öyle okurduk çünkü. Bir araştırma yaptırmıştık. Mizah dergisi dışındaki haftalık dergileri okuyan kişi sayısı ortalama dört idi. Bizim derginin on bir çıktı.
Tabi şimdi öğrenci için para en kıt şey. O yüzden bir dergi veya kitabı onlarca kişi okur.
Muhakkak hepimiz geçtik o yollardan. Cebimizde bir milyonla (şimdiki bir lira) bir hafta geçirdiğimiz zamanlar oldu. Bakınca şimdi 60 bin sattığımız sayıda altı yedi yüz bin okuyucu var demektir. O da hiç fena değil aslında. Birde internetten okuyanlar var.
Süreç içerisinde internete gider mi bu iş?
Dijitale doğru kayacağız yavaş yavaş. Ama beş-on senesi vardır herhalde tamamen geçişi tamamlamak için.
Bazı gazeteleri internetten okuyabilmek için ücretli abone olmak gerekiyor.
İnternette bedava vermeye başladığın zaman bütün dergiyi, bir süre sonra batarsın. Hiç yayınlamamaya başlarsın. O da kötü bir şey. İnternet okuyucusu yavaş yavaş tırmalayacak. Sende buna uygun bir gelir modelini yavaş yavaş oluşturmak zorundasın.
Karikatürün muhalif yapısı gereği reklamda almıyorsunuz.
Aynen öyle. Büyük medya kuruluşlarını reklam departmanları yönetiyor. Bizim tamamen bağımsız olmamız çok önemli.
Niye uzun hikaye yapmıyorsunuz? Robinson Crusoe & Cuma gibi, Kötü Kedi Şerafettin gibi.
Yaptım ben bir iki tane ama devam ettirmedim. Tek kare karikatürleri daha çok seviyorum. Arada bir yapıyorum eğlencelik. Toplamda 20 tane kitabım var. Komikaze on beş oldu şu sıralar, dört tane tematik kitap var. Bir tane de Marlon var.
Marlon çok sevdiğimiz bir karakterdi. O karakteri yaratmanızda “Baba” filminden bir esinlenme söz konusu mudur?
O filmin etkisi var tabii ki. Aslında çocuk çiziyordum ben. Kötü çocuk. Onun bir adım ötesi “kötü çocuk ne olur büyüdüğünde?” mafya babası olur. Klasik mafya babası yapıp onun üzerinden gittiğim bir şey. On senedir çizmiyorum Marlon’u. Penguene geçtim bıraktım. Sen sıkılmaya başladığın zaman okuyucu da sıkılır bir süre sonra. Ben sıkılmaya başlamıştım demek ki, yeter bu kadar diye bitirdim.
Karikatür dışında sanat eğitimi de aldınız. Heykel de yapıyorsunuz. Biraz da bundan bahsetsek.
Evet, heykel diplomam var. Bir işe yarıyor mu bilmem ama. Hobi olarak kaldı heykel. Senede bir tane, iki tane heykel yapıyorum. Eğlenceli. En son yaptığım heykel “7 İmam” dı. İlk defa da onu sattım.
Sekiz farklı renkte yapmıştınız galiba. Hatta “yedi tanesini bir araya getirene sekizinciyi ben hediye edeceğim” diyordunuz.
Evet, ona bir hikaye yaptım öyle, eğlencelik. Yedi imam onun adı. Sekizinci gümüşten yapılmış. O bende. “Bu yedi imamın yedisine sahip olana bendekini de hediye edicem” diye bir hikaye uydurdum. Şimdi onu satışa koyduğum gün beş tanesi satıldı hemen. İki tanesi duruyor. Hepsinin bir araya gelmesi zor. Bir delinin çıkması lazım. Biri Katar’a gitti, biri Hollanda’ya falan. Dağıldı tüm dünyaya.
Biz sizi hep karikatür alanında tanıdık. Ama bazı televizyon programlarının da prodüksiyonunda, arka planında yer alıyorsunuz.
Yazarlık yaptım, format buldum bilmem ne. Ama uzun zamandır yapmıyorum.
Reklamcılıkta yaptınız galiba.
Reklamcılıkta yaptım.
Beyaz Show’da metin yazarlığı da yaptınız.
Elliye yakın programın senaryosunu yazdım. İlk Cihat Hazardağlı’nın “Plastip Show”uyla başladım. Hatırlarsınız siyasi mizah programı vardı. Silikondan kuklalar. Bizde işte Varol, ben, liseden arkadaşlarımız vardı onsekiz, ondokuz yaşlarında onlarla bir araya gelip senaryolarını yazıyorduk. Onları oynatıyoruz, yönetiyoruz, programı yapıyoruz Cihat’la beraber. Öyle başladık. Sonra televizyonu bırakınca “Mr.Web” diye yazar grubu kurduk. Bir sürü program formatladık, senaryolarını yazdık “Laf lafı açıyor” var, Cem Özer’le, “Televizyon çocuğu” var. Beyaz’ın şovu da vardı bunların içinde uzun süre yazarlığını yaptığımız.
Peki, Cem Yılmaz’a hiç metin yazarlığı yaptınız mı, bu çok konuşuluyor sosyal medyada?
Yok yapmadım. Bazı internet efsaneleri var “aslında Erdil yazıyormuş” diye, ama öyle bir şey yok. Cem’le çok yakın arkadaşız. O dönem o şova başladığı dönemde, ilk başlarda sahnenin yanından izlerdim, sufle verirdim. Unutuyordu çünkü ilk başlarda. Öyle olunca sanki öyle bir geyik oradan çıkmış olabilir. Tamamen Cem’in yaptığı eğlenceli espriler. Oralardan sonra bunu sahneye taşıdı yani.
Dünyanın en büyük karikatürünü siz çizdiniz. Halihazırda dünya rekoru size ait. Niye böyle bir işe giriştiniz? Bunun hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Az değil yani on iki dönüm üzerinde. Onu geçmek biraz zor. “Samsung” geldi ve dediler ki “birlikte bir şey yapalım”. İyi, ne yapalım? dedim. Onlar böyle internette yayılacak bir tane video yapmak istiyorlardı aslında. Reklam projesi olarak başladı önce. Sonra ben dedim ki “Bu reklam projesi böyle iyi güzel ama hem eğlenceli bir şey yapalım hem bir faydası olsun, bir yere götürelim.” Onlarında hoşuna gitti. Hem gurur duyacağımız, hem eğlenebileceğimiz bir şekle dönüştürelim dedik. Ha siz bu arada reklamınızı da yapın tabii ki. Sponsor oldular bu işe. Hem de ben motosikletle gezmeyi çok seviyorum. Ülkeyi gezerim, yurt dışında gidebildiğim yerlere giderim. Bizde şey yok. Hep o da derdimdi. Gidersin bir yere “buranın nesi meşhur?” “ayranı”, buranın nesi meşhur? Elması, buranın menemeni, buranın köftesi. Hep yemek içmek üzerine. Böyle ilginç hiçbir şey yok. Veya tarihi yerler var, ya da doğal güzellikler falan. Ama böyle gavura gittiğin zaman burada ne var “orda dünyanın en büyük adam heykeli var”, burada ne var bilmem ne kulesi var. Adamlar sonradan uyduruk uyduruk şeyler yapmışlar turist çekiyorlar deli gibi. Bunun gibi şeyleri niye biz yapmıyoruz diye sohbet ederken, böyle fikir çıktı. Dünyanın en büyük karikatürünü yapalım. Bunu çok tanınmayan bir yerde yapalım. Ama İstanbul’dan da çok fazla uzak olmaması gerekiyor. Çünkü maliyetler çok yükseliyor. Pınarhisar’ı (Kırklareli) seçtik. Çünkü orda da çok güzel ören yerleri var kaplıcalar var. İstanbul’a da çok uzak mesafede değil. Oranın tanıtımına faydası olsun. Ağaçlandıralım orayı çok güzel park haline gelsin. İstanbul’dan bile bir gitme nedeni olsun yani oraya. “Eee siz tanıtımınızı yapın, benim de torunlarıma anlatacak bir hikayem olsun” böyle hep beraber bir kazan kazan ilişkisi kurduk. Güzel oldu hep beraber yapalım dedik. Ama sonradan onu yapmanın o kadar kolay olmadığını gördük.
Ne kadar sürdü tamamlanması?
Bir buçuk aya yakın bir hazırlık süreci oldu. Sonra bir günde çizdik. Çünkü Guiness gelecek, tescil edecek falan diye onu bir günde yapmamız gerekiyordu. Filme falan çekilecekti. Sabah üçte gittik oraya gece çıktık. On dört saat falan sürdü. Hava kararana kadar çizebiliyorduk. Çünkü aydınlatma olmadığı için zifiri karanlık orası. On dört saatte bitirdik ama elli sekiz kişi bitirdik. Tek başıma yapsam hala orda çiziyor olurdum. Çünkü bu masanın kalınlığında çizgiler Böyle yerden hiçbir şey belli olmuyor. Bir kişinin onu yapması imkansız yani. Böyle oraya bir çizgi gidiyor, buraya bir çizgi gidiyor. Ulan bu ne? Hiçbir şey anlaşılmıyor. Helikopter getirdiler. Daha önce dalga geçiyordum “Oğlum, ne abartıyorsunuz, hava atacağız diye helikopter getirtiyorsunuz” diye. Sonra “Ne olur helikoptere binip bakalım” oldum. Çünkü yukarı yükselip bakıyorsun. “Anaaam burayı unutmuşum” oluyorum. Burası yamuk olmuş oluyor. Başka türlü görmenin imkanı yok. Öyle öyle tamamladık. Eğlenceli oldu.
Birazda özel hayatınıza yönelik bir sorumuz var. Hobileriniz nedir?
İşim işte yani, yirmi beş senedir işsizim o yüzden, çalışmıyorum. Karikatür tabii ki. Çiziyorum, sıkılıyorum. Yazı yazıyorum. Yazmaktan sıkılıyorum heykel yapıyorum. Motosiklet de var. Sinemaya da giderim.
Ülkenin genel gidişatını nasıl görüyorsunuz. Artık kırklı yaşlarda biri olarak neler söyleyebilirsiniz?
Çok genç bir ülkeden bahsediyoruz. Tamam çok önemli bir Osmanlı kültüründen gelmiş bir ülkeden bahsediyoruz ama çok feci bir savaştan çıktık, hakikaten belimizi kırdılar. Tamam, kazandık ama bir şey de kalmadı geriye. Seksen, doksan sene öncesinden bahsediyoruz. Bir ülke için çok kısa bir zaman. Bir insan hayatı kadar çünkü. Oradan buraya baktığın zaman inanılmaz bir yükseliş var. Genç nüfus, dinamik bilmem ne. Ben ülkeye çok inanıyorum. Çok iyi yerlere gidecek, ama bir yandan da bu AKP hükümeti de birçok konuda iyi gidiyor ama birçok konuda da çok çuvallıyorlar. Yani insan hakları olsun. Adalet sistemi olsun. Bu intikamcı yaklaşımlar, rövanşist duygular falan filan vatana hiçbir zaman faydası olmayacak şeyler. Artık unutulup yola devam edilmesi gereken durumlar var. Bir yandan da ekonomide yaptıkları devrimi sosyal hayatta da yapmaları lazım. Hukukta da yapmaları lazım. Yapıyoruz diyorlar ama pek olmuyor. Biraz ele yüze bulaştırma durumu var ortada.
Sizce ülkenin aşması gereken en büyük sorunu nedir?
Mutsuzuz. En büyük sorun o. Bir kısmı mutlu ederken diğer kısmı yıkıp geçiyoruz. Yani O yüzde elliyi aldık diye. Tamam, yüzde elliyi aldın ama bir diğer yüzde elli daha var bu ülkede. Onlar mutsuz. Hadi onları da birazcık mutlu et, bir şekilde.
Oy veren herkesin mutlu olduğu da söylenemez herhalde.
Birde öyle bir durum da var. Tabii genel bir şeyden bahsediyoruz.
Birde sanatçılar, yazar çizer takımı diyelim acayip bir şekilde sigara içerler. Siz sigara içmiyorsunuz gördüğümüz kadarıyla?
Sigara da içmem, içki de içmem. Türk kahvesi o kadar. Günde bir, en fazla iki tane o da.
Hakkınızda açılan davaları da soralım. Hakkınızda ne kadar dava açıldı?
Bir sürü dava var aslında. Allah’tan son zamanlarda politikacılardan fazla dava gelmiyor. İyi bir şey tabi bu ama. Bu durum bize biraz daha anlayışlı yaklaşmaktan mı kaynaklanıyor yoksa alıştılar mı? Veyahut ta şu anda uğraştıkları daha büyük dertler var da bizi sonraya mı erteliyorlar bilmiyorum. Karikatür sübabı bu işin. Yani hakikaten hiç anlamıyorum neden kızıyorlar. Çünkü onları yüceltecek şey o zaten. Karikatürü çizildiği zaman politikacının mutlu olması gerekir. Bu ona değer verildiğini, ilgilenildiğini gösterir. Eskiden bunun farkındalardı. Şimdi bu kadar kızmalarını hiç anlamıyorum o yüzden. Bence o kültüre çok alışkın olmadıkları için. Yeni yeni öğreniyorlar.
Son olarak şunu soralım. Dünyaya tekrar gelseniz ne olmak isterdiniz?
Çok mutluyum mesleğimden. Karikatür yapardım tabiî ki.
Gençlere ne tavsiye edersiniz bizim aracılığımızla?
Hiçbir şey tavsiye etmiyorum. Niye biliyor musunuz? Hiçbir şey tavsiye edemem. Çünkü şöyle bir şey var. Karikatür yapmak istiyorsan tek şartı var bu işi çok seveceksin. O da şart olamıyor zaten seviyorsan yaparsın. Çünkü sevdiğin işte başarılı olursun. Sevdiğin işi yaptığın zaman çok çalışıyorsun. Çok çalışınca da oluyor zaten. Çünkü bu iş çok çalışmadan, sevmeden yapılacak bir şey değil. Çok disiplin gerektiriyor. Bir sürü kriter var. Kendini geliştirmen lazım sürekli. O da böyle sevgisiz yapılabilecek bir şey değil yani. “Öff! Bu hafta yine beş tane karikatür çizmem lazım lanet olsun!” diyen adamı üçüncü haftasında okuyucu reddeder. Sevmeden yaptığını hisseder.
Zaman ayırdığınız ve içten cevaplarınız için teşekkür ederiz?
Ben size teşekkür ederim. Görüşelim yine.
Comments