Köye doğru yürümeye başladıklarında İmam, Yağca denilen tepeliğin sırtındaki büyük çınar ağacını işaret edip bunun Sarı Kız Ağacı olduğunu söyledi. Bu yaşlı bir çınar ağacıydı, zamanla içi çürüyüp boşaldığı halde hâlâ ayaktaydı.
Söylendiği üzere yaşamı, dağın tepesi değil, eğimleri ayakta tutuyordu. Her şeyin büyüyüp serpildiği yer aslında bu eğimlerdi. Belki ondan güneş ışığı dik yamaçlara düzlüklerden ve tepelerden daha kızgın vuruyordu. Ama elbette tepe olmadan eğimler de olmazdı. Eğimleri tanımlayan tepenin oluşuydu.
Kadı, Sarı Kız Efsanesi’ni değişik zamanlarda farklı yerlerde de duymuştu. Detaylarda ufak farklılıklar olsa da hikâye genel hatlarıyla aynıydı. Hatta sayımında sorun yaşadığı Afşar Köyü’nde yine Sarı Kız Ağacı olduğu söylenen benzer bir ağacın dallarına çaputlar bağlandığını görmüştü. İmamdan onun uyarlamasını dinlemek istediğini söyleyince, İmam sevinçle anlatmaya başladı.
Şimdi Yağca denilen tepeliğin arkasındaki dağlık alanda, insanlar kaya kovuklarında, inlerde oturup mağaralarda yaşarlarken bir koca ninenin yetim ve öksüz bir torunu varmış. Ninenin sarı saçlı, çakır gözlü, bal tenli bu torununun vücudu kadar içi de güzel ve temizmiş. Nine torununu çok severmiş.
Torunun da çok sevdiği bir sarı ineği varmış. Eliyle büyüttüğü bu sarı ineğe bütün sevgisini bağlayan kız, ineğin sabah akşam yemini, suyunu kendi eliyle verirmiş. Bir gece yine ineğe saman vermek için ahıra girdiğinde kulağına uğultular gelmiş. Çok derinden gelen bu sesleri hiçbir sese benzetememiş, kulak kesilince bu sesin kendisine seslendiğini anlamış.
O ana kadar korku nedir bilmeyen ceylan yapılı dağların kızı, ilk defa bu gizli ses karşısında irkilmiş. Hemen ninesine koşmuş. Heyecanını onun sıcak koynunda yatıştırdıktan sonra olanları anlatmış.
Nine-kız bir hayli düşünmüşler. Dağ anası mı, orman ejderhası mı, in mi cin mi, haydut mu, yoksa kıza gönül vermiş sevdalı biri mi?
Ya hırlaması, gürlemesi ne oluyordu? Bunu bir türlü çözememişler. Kimselere diyememişler.
Her iyi ve kötü gece gibi o günün de sabahı olmuş. Gündüz gözüyle köşeyi bucağı aramış, taramışlar, in cin yokmuş, kimseciklerin izine rastlayamamışlar. Ertesi gece aynı vakitler gelince kız yerinde duramamış, yine samanlığa koşmuş.
Bu sefer ses daha açık gelmiş. Sesle konuşmaya başlamış.
Sarı Kız’ın evlenmeyi reddettiği çoban, meğerse nice zamandır onun evini gözlermiş.
O sırada samanlığın önünden geçen çoban, kızın biriyle konuştuğunu işitmiş. Yaklaşmış ve dinlemiş. Bir şey anlamasa da duyduğuna düşman olmuş.
Çok geçmeden köy yerinde dedikodular almış yürümüş, Sarı Kız’a iftira etmeye başlamışlar.
Nine bunun sebebini öğrenmeye çalıştığında, ona Sarı Kız’ın kötü yola düştüğünü söylemişler, başka da bir şey dememişler. Nine günlerce düşünmüş. Torununun köyde yaşayabilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varmış. Çok sevdiği torununun başına bir felaket gelebilir diye, yanına aldığı birkaç kazla onu Yağca’daki tepeliğe götürüp orada yalnız başına bırakmış.
Kız, karanlıkların derinliğine ay parçası gibi süzülmüş, onu bir daha ne gören ne duyan olmuş. Yabani hayvanlara yem olduğunu düşünmüşler.
Aradan yıllar geçmiş. Irak memleketlerden köye yolu düşen yolcular, dağda yollarını kaybettiklerinde kayalardan bir uğultu koptuğunu ve kendilerine sarı bir kızın yol gösterdiğini, bir çınar ağacının kovuğunda yaşadığını, eteğine doldurduğu taşları o ağacın etrafına saçarak bir avlu oluşturduğunu, içeriye ondan habersiz kimsenin girip çıkamadığını, kazlarıyla birlikte orada yaşadığını anlatmışlar.
Gel zaman git zaman dağda, yolda darda kalan herkes aynı hikâyeyi anlatmaya başlamış.
Bu hikâyeler kulağına çalınan nine, bunun Sarı Kız olabileceğini düşünmüş. Tepenin yolunu tutup güçbela Yağca’ya tırmanmış, tepeliğe varınca etrafı duvarlarla çevrili, içinde kazların bulunduğu bir alanla karşılaşmış. Torununu bugün Sarı Kız Ağacı diye anılan yerde bulmuş. Sarı Kız ninesini gördüğüne sevinmiş. Ona saygı gösterip hürmet etmiş.
Dili damağı kuruyan ninesi içmek için ondan su istemiş. Sarı Kız elindeki su dolu kabı ninesine uzatmış. Ninesi suyun tuzlu olduğunu söyleyince, Sarı Kız aceleden yanlışlıkla suyu denizden aldığını söylemiş ve testisini vadilere doğru yeniden uzatmış. Yeni doldurduğu su dolu kabı tekrar ninesine vermiş.
Ninesi buz gibi tatlı suyu tadınca torununun erdiğini anlamış. O sırada kara bir bulut gökyüzünü kaplamış ve Sarı Kız ortadan kaybolmuş.
Ninesi torununun erdiğine, sırrının açığa çıkmaması için kaybolduğuna kanaat getirmiş.
Torununa iftira edildiğini anlamış ve köylülere beddua etmeye başlamış.
O günden sonra o köyde yaşayan kimse kalmamış, evleri tarumar olmuş, yurtları yerle yeksan.
Sarı Kız’ın ninesi üzüntüyle tepelerde dolaşırken, bugünkü köy mezarlığının bulunduğu yerde ölmüş. Yöre halkı, Sarı Kız’ın ninesine dağın yassı taşlarını üst üste koyarak mezar yapmışlar.
Sonra insanlar ölülerini şefaat olur umuduyla onların mezarlarının yanlarına gömmeye başlamışlar. Bugünkü köy mezarlığı işte böyle oluşmuş.
Halifeler Köyü (Sayfa 136-140)
Opmerkingen