“Evrendeki her şey kendi frekansında titreşir
ve hatta birbirlerini harmonik (uyumlu) bir ölçekte etkilerler.”
Nikola Tesla
İnsanın özü sevgidir. Bilindiği üzere, ilk filozoflardan olduğu için felsefenin ve bilimin öncüsü, Eski Yunan’ın Yedi Bilgesinden ilki sayılan Thales’e göre, her şeyin ana maddesi, dayandığı kaynak, yani her şeyin arkhe’si “su”dur. Thales’in öğrencisi ve izleyicisi Anaksimandros, varlığın arkhe’sini nitelemek için “su” gibi belirgin bir madde yerine sınırsız, sonsuz, belirsiz gibi anlamlara gelen “apeiron” kavramını kullanmıştır. Bu kavramla birlikte Anaksimandros felsefeye ilk defa soyutlaştırmayı sokmuştur. Daha sonra Anaksimandros’un genç yoldaşı Anaksimenes arkhe’nin “hava” olduğunu, kosmosun, evrenin, havanın sıkışıp genişlemesiyle meydana geldiğini iddia etmişse de Anaksimandros’unki karşısında bu tanımlama zamanla cılız kalmıştır. O zamanlar arkhe’yi bulmak evrenin anahtarını bulmakla eşdeğer tutulmuştur. Evrenin arkhe’sini bilmem ama insanınki sevgidir.
Fotoğraf Vakfı kurucularından Dora Günel, monografileriyle fotoğrafa yıllarca emek vermiş sanatçılardan biri olsa da, ben onun eserlerini, 2012 yılında Espas Kuram Sanat Yayınları tarafından yayımlanan Unvan-sız adlı fotoğraf kitabının Galata Fotoğrafhanesi’nde yapılan lansmanında tanımıştım. Artık Galata Fotoğrafhanesi yok, birçok kültür sanat kurumunun başına gelen onun da makûs kaderi oldu ve kolektif üretime yönelik atölyeleri ve etkinlikleriyle belgesel fotoğraf eğitimini hakkıyla yürüten, yarı akademik ev ortamlı bu kurum, tüm çabalara rağmen kapandı. Benzer süreçleri yaşayan, aynı muhitteki Espas Kuram Sanat Yayınları gibi, yeri doldurulamayan, yokluğu hissedilen bir mekân olarak maalesef zamanın tozlu raflarında yerini aldı. (Galata Fotoğrafhanesi bağlamında Türkiye’de fotoğraf eğitimi ve fotoğraf ajansları üzerine bir yazı yazmak gerekiyor ama bu benim altından kalkabileceğim bir iş değil.)
Günel’in Unvan-sız kitabına dönersek: Bu kitap, endüstri çağının imalat sanayii alanındaki uluslararası figürlerinden biri olan Bosch firmasının Türkiye’deki işletmelerinde hizmet üreten büro çalışanlarının, yani mavi yakalıların işyerindeki ve özel alandaki hallerini anlatıyordu. Sayfalarını çevirdikçe, okşadıkça yapraklarını açan çiçekler gibi önümde açılan bu kitabın temel motifi olan “emek”, o günlerde yöneticisi olduğum Hür Kamu Çalışanları Sendikası’nın sonraki yıl düzenlediği “1. Mayıs, Emek ve Fotoğraf” isimli etkinliğinin de ilham kaynağı olmuştu. (Ne var ki kurumsal şahsiyetiyle muadillerine örnek olabilecek bu sendika da Galata Fotoğrafhanesi’nin kaderini paylaşmış, bu etkinlikten birkaç yıl sonra maddi sorunlar nedeniyle kendini feshetmişti.)
Kişisel tarihime ilişkin bu türden hüzünlü çağrışımlarından dolayı (anıları anlatmak ya da anlatmamak gerçekten insanın elinde olsaydı insanlar ne kadar mutlu olurdu), bu yazıda o kitaptan bir fotoğrafı (mutfakta, masa başında oturan bir çiftin sıcak sohbetlerini gösteren kare örneğin) değil, Günel’in “Ötekinin Gölgesi” isimli fotoğraf serisinde yer alan aşağıdaki çalışmasını ele almak istedim. Bu eser, kısa bir süre önce Londra’ya yerleşmiş otuz altı kişiyle “birlikte yaşam” kavramı üzerine yapılan foto-röportajdan bir kare olsa da benim için doğrudan çağrışımı “sevgi”ydi ya da o şekilde görmek işime geldi.